3 Ağustos 2012 Cuma

haç neden hristiyanlığın sembolüdür

Haç, Hristiyanlıkta Hz. İsa (as)'nın çarmıha gerilişin ve insanlığı ezelî günâhından kurtarmak için çektiği acıları ve ölümünü hatırlatan en önemli sembol. Haç, hem İsa'nın bir işareti hem de Hristiyanların inançlarının ve dinlerine bağlılıklarının bir alâmetidir. Yani duruma göre; hayır duâ, takdis ve bir iman ikrarı hareketidir (Ancyclopedia Britannica, U.S.A. 1970, VI, 811; S.G.F. Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London,1970; s. 217). Haç, Hristiyanlıktan önce de, dünyanın pekçok yerinde dinî mânâda ve diğer hususlarda sembol olarak kullanılırdı. Ancak dinî inanç, ibâdet ve diğer konularda ne derece kullanıldığı kesin olarak bilinememektedir. (En. Britannica, VI, 812). Haç, Hristiyanlara göre, İsâ'nın çarmıha gerilişini tasvir eden dinî bir semboldür (Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 230).

Haç ile ilgili olarak işaret edilmesi gereken hususlardan biri de çarmıha germe işidir. Çarmıh, Farsça, dört çivi demektir ve çapraz olarak üst üste konmuş iki tahtadan meydana gelen ve değişik şekilleri olan bir işkence aracıdır. Çok eskiden beri ölüm cezasına çarptırılanlar çarmıhın üzerine gerilerek işkence ile öldürülürdü. Çarmıh ile işkence usûlünü Yunanlılar pek az olarak, özellikle kölelere ve yol kesicilere uygularlardı. Romalılar da çarmıhı köleleri, yabancıları ve aşağı tabakadan olan kimseleri cezalandırmak için kullanırlardı (Brandon, a.g.e, s. 217).

Çarmıha gererek işkence etme geleneğini doğuya Romalıların getirdiği söylenmektedir. Onların doğuyu ele geçirmesinden önce, Asurlular ve İbrânîler suçluların ölülerini kazığa bağlarlar, böylece suçluları halka gösterirler ve adâletin kuvvetini belirtirlerdi.

Hristiyanlara göre çarmıha gerilmiş en ünlü kişi İsa'dır. Roma'lı hâkim Pontius Pilatus, İsa'yı ölüme mahkûm etmiş ve Roma askerlerine öldürtmüştür. Bu yüz den ilk Hristiyanlar, İsa'nın çarmıha gerilmiş şeklini tasvir eden haç'ı, dinlerinin sembolü olarak kullanmışlardır. M.S. 312'de Hristiyanlığı kabul eden Konstantin, ölüm cezası olarak çarmıha germe geleneğini kaldırdı. Bu tarihten sonra; Hristiyanların haç'a bağlılıkları daha da arttı (En. Britannica, VI, 812).

İsa'nın haça gerilişi üzerinde ısrarla ve özel bir şekilde duran ilk kişi Pavlus'tur (Brandon, a.g:e, s. 217). Dolayısıyla Pavlus'un teolojisinde haç fikri en mühim yeri işgal etmektedir. Çünkü Pavlus'a göre, Hz. İsa'nın yeryüzünde sürdüğü hayat pek önemli değildir: O yalnız enkarnasyon (ekmek-şarap âyini) sırrına ve haçta ölümüne ehemmiyet vermektedir. İsa'nın haç'a yükseltilmesi, aynı zamanda göklere yükseltilmesinin şartıdır. Haç, inananlar için, "hikmet, adalet ve kurtuluş" demektir. Hz. Âdem'in, cennette yasak meyveden yemek sûretiyle işlediği ve bütün insanlara sirâyet eden ezelî günâhtan kurtuluş ve nihâyet, Hz. İsa'nın şeytanî kuvvetlere karşı kazandığı zafer demektir (Schımmel, a.g.e, s. 127-128).

İslâm'a göre Hz. İsa haç'a gerilmemiştir. Onun hayatı gibi, son durumu ile ilgili en doğru ve en güvenilir bilgi Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde verilmektedir:

"Bu, bir de inkârlarından Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarından ve 'Meryem oğlu İsa Mesih'i -Allah'ın elçisi- öldürdük.' demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler. Bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi katına yükseltti..."(Nisâ, 4/156-158).

Barnaba İncili'nde de konu ile ilgili şu bilgiler verilmektedir:

"Askerler Yahuda'yla birlikte İsa'nın bulunduğu yere yaklaştıklarında, İsa çok sayıda kişinin yaklaştıklarını işitip, korkuyla geri eve çekildi. Ve on bir (havârî) uyumakta idiler. O zaman kuluna gelen tehlikeyi gören Allah, elçileri Cebrâil, Mikâil, İsrâfil ve Uriel'e İsa'yı dünyadan almalarını emretti."

"Kutsal melekler gelip, İsa'yı güneye bakan pencereden çıkardılar. Onu götürüp, üçüncü göğe, daima Allah'ı tesbih ve takdis etmekte olan meleklerin yanına bıraktılar."

"Yahuda herkesin önünden hızlı hızlı İsa'nın yukarı alındığı odaya daldı. Ve şâkitler uyuyorlardı. Bunun üzerine, mucizeler yaratan Allah yeni bir mucize daha yarattı. Öyle ki, Yahuda konuşma ve yüz bakımından İsa'ya o şekilde benzetildi ki, onun İsa olduğuna inandık. Ve o bizi uyandırdı. Muallimin bulunduğu yeri arıyordu. Bunun üzerine biz hayret ettik ve cevap verdik: "Sen en sahibimiz, bizim muallimimizsin; bizi unuttun mu?" O gülümseyerek dedi: "Şimdi, benim Yahuda İskariyot olduğumu bilmeyecek kadar budalalaştınız!"

"Ve o bunu derken askerler girdiler, ellerini Yahuda'nın üzerine koydular; çünkü o, her bakımdan İsa'ya benziyordu..."
(Barnaba İncili, 215-216).

(bk. Şamil İslam Ans., Md. HAÇ/SALİB)

bir rahibin müslüman oluş hikayesi

Amerikalı mühtedi Yusuf Estes: İslâmiyet büyük bir hızla yayılıyor. "Sürekli bir Müslümanı Hıristiyan yapmayı arzulardım. Ta ki bir gün babamın Mısırlı arkadaşıyla tanışıncaya kadar.



https://www.facebook.com/#!/IslamiyetVeHristiyanlik



Onu çok sevmiştim ve onda iyi bir Hıristiyan olma potansiyeli sezmiştim. İslâm'ın her yönü etkileyici. Müslümanların da Hz. İsa'ya inanması karşısında şok oldum."

Müslüman olan Amerikalı eski rahip Yusuf Estes, ABD'de özellikle Katolik rahip ve vaizlerin İslâmiyet'e büyük ilgi duyduğunu ve hatta birçok rahibin İslâm üzerine doktora yaptığını söyledi. İslâm Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin (İDSB) davetlisi olarak Uluslararası Kutlu Doğum Sempozyumu için Türkiye'de bulunan Amerikalı Yusuf Estes, dünyanın birçok yerinde insanların büyük bir hızla İslâm’a girdiğini kaydetti. Yusuf Estes, İslâm'ı niye seçtiğini, nasıl Müslüman olduğunu anlattı.

-Bir Müslümanı Hıristiyan yapmaya çalışırken Müslüman oldunuz. Hidayete ermeniz nasıl şekillendi biraz anlatır mısınız?

-Evet; öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, ruhumu Hz. İsa'ya adadığım günden itibaren, bir insanı Hıristiyan yapmak, benim için olağanüstü bir mutluluk olacaktı. Sürekli bir Müslümanı Hıristiyan yapmayı arzulardım. Ta ki bir gün babamın Mısırlı bir arkadaşıyla tanışıncaya kadar. Onu çok sevmiştim ve onda iyi bir Hıristiyan olma potansiyeli sezmiştim ve bu işin olacağına, kesin gözüyle bakmaya başlamıştım. Çünkü onun İsa adına kurtarılmaya ihtiyacı olduğuna inanıyordum. Halbuki, başıma gelecekler hususunda, ufacık bir bilgim dahi yoktu.

-Bir rahip olarak yetişmenize rağmen İslâm’ın sizi en çok etkileyen tarafı neydi?
-Midwest'te çok sıkı bir Hıristiyan ailesinde dünyaya geldim. Ailem ve onların ataları buradaki kilise ve okulları yapan kişilerdi ve buraya ilk gelenler arasındaydılar. Aslında Müslüman olmam, demin de söylediğim gibi bir Müslümanı Hıristiyan yapmaya çalışırken oldu. Tabii, bu uzun bir süreçti. Beni etkileyen tarafa gelince, bence İslâm’ın her yönü etkileyici. Ama ilk önce etkilendiğim ve öğrenince çok şaşırdığım şey, Müslümanların İncil'e ve Hz. İsa’ya inanıyor olmasıydı. Şok oldum adeta bunları öğrenince. Bu nasıl olabilirdi? Müslümanlara göre de; Hz. İsa, Allah'ın sadık bir elçisi, Allah'ın peygamberi, babasız bir şekilde mucizevî olarak doğdu, O Mesih'ti, O şimdi Allah'la beraber ve çok önemli bir yeri var, kıyamet yaklaştığında geri dönecek ve inananların yanında imansızlara karşı duracak.

-Müslüman olduktan sonra çevrenizden ne tür tepkiler aldınız?
-Kutsal Ruh'u gerçekten anlayıp anlamadığımdan şüphe edenler oldu. Hıristiyanlıktan İslâmiyet'e neden ve nasıl geçtiğimi soranlar çok oldu. Birçok insan şunu merak ediyor: Nasıl oluyor da özellikle her gün İslâm ve Müslümanlık hakkında duyduğumuz negatif ve olumsuz şeylere rağmen bir rahip Müslüman olabiliyor? Bazı insanlar benim İslâm'ı seçmemi bir istisna olarak görüyorlar. Bazıları nasıl Hz. İsa'ya sırt çevirebildiğimi sorguluyor.
-Rahipken İslâm’a ve Müslümanlara nasıl bakıyordunuz?
-Doğrusu ben; Müslümanları korsan, eşkıya, bombacı, terörist ve daha çok kötü insanlar olarak düşünüyordum. Çünkü yıllarca bize İslâm ve Müslümanlar aleyhinde anlatılan yalanlar bizi oldukça etkilemiş ve İslâm'a karşı önyargılı hale getirmişti. Bize Müslümanların Allah'a inanmadıklarını, çölün ortasındaki kapkara kutu şeklinde bir yapıya taptıklarını ve günde beş defa yeri öptüklerini söylemişlerdi. Babam beni bir Müslüman arkadaşıyla tanıştıracağını söylediği zaman, "inançsız, korsan, eşkiya, bombacı, terörist" biriyle tanışacak olma fikri hiç hoşuma gitmedi. Ancak, bir Müslümanı Hıristiyan yapma fikri beni onunla tanışmaya iten en önemli faktör oldu. O an, "Onu Hıristiyan yapmalıyım!" diye düşündüm. Bu fikirden sonra adamla tanışmayı kabul ettim ve babama onunla Pazar günü tanıştırmasını istedim. Onunla bir Pazar günü kilise ayininden sonra görüşecektim, böylece onu Hıristiyan yapmam için içimde manevî güç bulacaktım. Boynumda pasparlak sallanan haçımla ve üzerinde "İsa Rab'tır" yazan kepimi giyerek görüşmeye gittim. Yanımda eşim ve iki genç kızım da vardı ve bir Müslüman ile ilk defa bu şekilde tanıştım. Görüşeceğimiz yere geldiğimizde babama ortağının nerede olduğunu sordum. Babam da: "İşte orada görmüyor musun?" diyerek işaret etti. Bu Müslüman olamazdı. İmkânsız! Çünkü ben kara bir çarşafa sarılı, kafasında türbanı ve upuzun kirli bir sakalı olan ve elbisenin altında bir bomba saklayan kaba bir adam bekliyordum. Oysa bu adamın sakalı yoktu. Kafasında saç bile yoktu neredeyse. Her şeyden iyisi, çok sıcak bir selamlama ile yanıma yaklaştı ve elimi sıktı. Ben onların terörist olduğunu hayal ediyordum. Bu güler yüz de ne anlama geliyordu? Ne olursa olsun "İsa adına bu adamın "kurtarılması" gerektiğini düşünüyordum.


"İSLÂM'A GİREN BİRÇOK RAHİP OLDU"

- Peki siz ve çevreniz dışında İslâm’ı seçen rahip ve papaz arkadaşlarınız var mı?
- Evet! Müslüman olduğum yıl Dallas'ta, Joe adında Tennesseeli Baptist bir kilise öğrencisi ile tanıştım. Joe Baptist Kilisesi öğrencisi iken, Kur'an okuduktan sonra İslâm'ı kabul etmiş. Geçtiğimiz sene eski bir Katolik rahip ile tanıştım. Kendisi Afrika'da 8 yıl boyunca gönüllü misyonerlik yapmış. Afrika'da iken İslâm hakkında çok şeyler öğrenmiş ve Müslüman olmuş. Daha sonra ismini Ömer olarak değiştirip, Dallas'a taşınmış. Yine iki yıl önceydi, San Antonio'dayken, Rusya Ortodoks Kilisesi'nde çalışan eski bir Ortodoks Baş Rahip ile tanıştım İslâmiyet ile tanışmış ve kilisedeki önemli görevini Müslüman olmak için terk etmiş. Bundan başkaları da var tabii ki. İslâm hakkında çok güzel şeyler düşünen Katolik bir rahip vardı. Ben de ona; "Öyleyse neden İslâm’a girmiyorsun?" diye sormuştum. O da "Olmaz, işimi kaybederim" dedi. O rahibin adı Peder John'du ve rahipliği bir ekmek kapısı olarak görüyordu. Biz hâlâ hidayete ermesi için Allah'a dua ediyoruz.
“Amacımız İslâm’ın mesajını dünyaya duyurmak”

Amerikalı eski rahip Yusuf Estes arkadaşımız Kemal Gümüş'e nasıl Müslüman olduğunu anlattı.
-Şimdi bir Müslüman olarak ABD'de İslâm’a ne tür hizmetlerde bulunuyorsunuz?
-Müslüman olduktan sonra Washington D.C. Birleşik Devletler Cezaevi Bürosu Müslüman vaizliğinde çalıştım ve oradan emekli oldum. Şu an birçok Amerikalı Müslüman ile irtibatım var, Müslüman öğrenci ve gençlik teşekkülleri ile beraber organizasyonlar düzenliyoruz. Ayrıca dünyanın neredeyse tamamını Kur'an'daki Hz. İsa'nın mesajını yaymak için dolaşıyorum. Gittiğimiz yerlerde birçok inanç ve fikir grubundan din adamı, vaiz, temsilci ile diyaloglara giriyor, fikir alışverişinde bulunuyoruz. Öncelikli amacımız ise, gerçek İslâm ve gerçek Müslümanların mesajını dünyaya ulaştırmaktır. İslâmiyet öyle hızlı yayılıyor. Ancak İslâm’ın gerçek mesajı ne tam olarak anlaşılmakta, ne de gereği gibi sunulmaktadır.
“Misyonerler hiçbir zaman başarılı olamaz”
-Misyonerlerin amacı sadece Hıristiyanlığı yaymak mı, yoksa başka bir amaçları var mı?
-Elbette ki sadece Hıristiyanlığı yaymak değil. Sadece Hıristiyanlığı yaymak olsaydı bu kadar misyonerlik faaliyeti yapılmasına rağmen misyonerler başarılı olurdu. Ama olamıyorlar ve hiçbir zaman da başarılı olacaklarına inanmıyorum. Ama birçok Katolik papazın, İslâm üzerine eğitim aldıkları ve bazılarının bu hususta doktora bile yaptığı bir gerçek var. Tabii bunların İslâm üzerine çalışması elbette misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde şekilleniyor
.


"EŞİMİN DE MÜSLÜMAN OLMASINDAN SONRA DÜŞÜNMEYE BAŞLADIM"

-Misyonerken kaç kişiyi Hıristiyan yaptınız ve Müslüman olduktan sonra kaç insanın İslâm’ı seçmesine vesile oldunuz?
-Güzel bir soru. Kimseyi Hıristiyan yapamadım, ama birçok insanın Müslüman olmasına sebep oldum. Hem de henüz Müslüman olmadığım halde bunlara sebep oldum.

-Nasıl yan? Biraz açar mısınız?
-Evet; çok ilginç, ama Hıristiyan yapmaya çalıştığım kişi başta rahip olan arkadaşım ve bütün ailemin Müslüman olmasına sebep oldu. Hiç unutamıyorum, o günü Müslüman arkadaşımın yanında beyaz bir kaftan ve beyaz bir başlık giymiş bir adam duruyordu. Bu bizim rahipti. Ona döndüm ve: "Pete, Müslüman mı oldun sen?" diye bağırdım. O da bana yumuşak bir sesle, o gün İslâm'a girdiğini söyledi. Bir rahip Müslüman olmuştu! İnanılacak gibi değildi. O gün çok üzülmüş ve bunun üzerine evin üst katına çıktım. Eşime aşağıda olanları anlattım. Eşim bana, aslında kendisinin de İslâmiyet'e girmek istediğini söyledi, çünkü bunun gerçek din olduğunu inanıyormuş. Karımdan sonra adeta yıkıldım. Ama o gece sabaha kadar düşündüm ve ben de Müslüman olmaya karar verdim. Benden birkaç ay sonra ise babam, çocuklarım ve üvey annem de Müslüman oldu. Çocuklarımı gönderdiğim Hıristiyan okulundan kayıtlarını sildirdim ve onları İslâmî bir okula kaydettim. Şimdi onlar Kur'ân'ın büyük bir kısmını hıfzetmiş durumdalar. Ve İslâm'ın bütün kurallarını biliyorlar.

2 Ağustos 2012 Perşembe

hristiyanların barnabas incilini orta çağda müslümanlar uydurdu iddaasına cevap

Metnin TahliliBarnaba İncili Özellikle teslîsi ve Hz. İsâ'nın ulûhiyyetini reddedip onun sadece gerçek mesîhi müjdeleyen bir peygamber olduğunu belirtmesi açısından kanonik İnciller'den ayrılmakta ve bu sebeple de hıristiyanlar tarafından uydurma (apokrif) kabul edilmektedir. Hıristiyan araştırmacılar bu İncil'in XVII. yüzyılda kaleme alındığını, hatta müslüman olmuş bir hıristiyan tarafından yazılıp Barnaba'ya nisbet edildiğini ileri sürmekte, bunu ispat edebilmek için de çeşitli tenkitler yapmaktadırlar. Barnaba İncili'ne yöneltilen bu tenkitlerin bir kısmı mâkul olduğu halde çoğu peşin hükümle yola çıkıldığını göstermektedir. Tenkitlerin başlıcaları şunlardır:

1- Tarih ve coğrafya hataları.
Münekkitler Barnaba İncili'ndeki bazı ifadelerden bu İncil yazarının Filistin coğrafyasını bilmediğini ileri sürmektedirler. Barnaba İncili'ndeki (Bab 20), "İsâ Celîle denizine gitti ve bir gemiye binerek kendi şehri Nâsıra'ya doğru yola çıktı" ve aynı babdaki, "Nasıra şehrine gelince gemiciler..." ifadelerinden yazarın Nasıra şehrini deniz kenarında sandığını, yine aynı İncil'deki İsâ'nın Nâsıra'ya gittiği (141), daha sonra gemiye bindiği (151) ve Kudüs'e vardığı (152) ifadelerinden de gerek Nasıra gerekse Kudüs'ü deniz kenarında iki şehir olarak düşündüğünü ileri sürmektedirler (Benson, s. 14-15).
Barnaba İncili'ndeki bu bilgiler, "Nasıra ve Kudüs şehirleri deniz kenarındadır ve birinden diğerine gemiyle gidilmektedir" şeklinde yorumlanabileceği gibi yazarın yol güzergâhında katedilen merhaleleri tafsilatıyla anlatmayıp sadece bir hadisenin bittiği ve diğerinin başladığı yerleri bildirdiği şeklinde de yorumlanabilir. Üstelik bu yorum Barnaba İncili'nin genel üslûbuna daha uygundur. Zira aynı İncil'de İsâ'nın Nâsıra'ya yerleştiği, on iki yaşına gelince annesi Meryem ve Yûsuf'la birlikte Kudüs'e gittiği, tekrar Nâsıra'ya döndüğü (9), daha sonra annesiyle birlikte Zeytindağı'na çıktığı (10) belirtilmekte, ancak ne denizden ne de gemiden bahsedilmektedir.
Diğer taraftan Barnaba İncili'ndeki bu ifadeler bu İncil'in uydurma olduğuna delil olarak ileri sürülürken aynı olayla ilgili olarak Matta İncili'nde yer alan, "İsâ kayığa bindi, denizi geçti ve kendi şehrine geldi" (9/1) ifadesi, sırf kanonik kabul edilen bir İncil'de yer aldığı için normal karşılanmaktadır.
Barnaba İncili'ndeki bir ifade (bab 99) yanlış tercüme edilerek yazarın Sur (Tyr) şehrini Şeria nehrinin yakınında zannettiği ileri sürülmekte ve bu husus tenkit edilmektedir. Halbuki yazar İncil'in başka bir yerinde (21) Sur şehrinin bulunduğu bölgeyi göstermektedir. Diğer taraftan İtalyanca nüshada bulunan "in ti-ro apresso il giordano" ifadesindeki "in tiro", Fenike'deki Sur şehrini göstermemektedir. İtalyanca'da bu ifade "doğrudan" veya "müteakiben" anlamındadır. (Cirillo.s. 395)


2- Hz. İsâ dönemiyle bağdaşmayan çeşitli kavramlar

Münekkitler Barnaba İncili'nde bulunan bazı bilgilerin İsâ dönemini değil Ortaçağ Avrupası'nı yansıttığını, bu sebeple kitabın Ortaçağ'da kaleme alındığını ileri sürmektedirler.
Barnaba İncili'nde (54) 60 minutiye bölünen altın bir dinardan söz edilmektedir. Bu ise, "Hz. İsâ döneminde minuti (minuto) denilen bir para birimi yoktu; Roma İmparatorluğu'nda kullanılan dinar ise altından değil, gümüşten yapılmaktaydı" denilerek tenkit konusu olmuştur. Bir para birimi olarak minuto XIV. yüzyılda kullanılmıştır. Ancak bu tabir Barnaba İncili'nin mütercim veya müstensihine ait olamaz mı? Diğer taraftan İsâ zamanında altın veya gümüş paranın kullanıldığını Ahd-i Cedîd'den anlamaktayız. (Resullerin İşleri, 3/6; 20/ 33) Aynı şekilde, "İsâ zamanında şarap deriden yapılma tulumlara konmaktaydı" denilerek Barnaba İncili'ndeki fıçı tabirinin (152) tenkidi de bu ifadenin mütercime aidiyeti şeklinde çözümlenebilir. Yine İncil'de yer alan (121) mahkemenin işleyiş tarzı ve düello hadisesi (99), şekerin mevcudiyeti (119), taş ocaklarında çalışan işçiler (109) gibi hususların İsâ dönemini değil Ortaçağ Avrupası'nı yansıttığı ileri sürülmektedir.
Bu İncil'deki, "Bir hedefe atışta bulunanları fok atma talimi yapanları, gördünüz mü?" (110) ifadesinden hareketle bu tür askerî tâlimlerin o dönemden ziyade askerlerin çokça bulunduğu Ortaçağ Avrupası'na uygun olduğu şeklindeki tenkit de doğru değildir. Zira askerin bulunduğu her yerde atış tâlimlerinin olması tabiidir. Taş ocaklarında çalışan işçilerden bahsedilmesi de (109) gerçeklerle çelişmemektedir. Zira o dönem Filistin'inde, başta Süleyman Mabedi olmak üzere çeşitli yapıların mevcudiyeti taş ocaklarının bulunduğunu göstermektedir.
Bir başka tenkit de 222 bölümden oluşan bu İncil'in, XIII ve XIV. yüzyıllarda İtalya'da oldukça rağbet gören diatessa-ronları örnek alarak hazırlandığı iddiasıdır. "Dört kısmın uyumu" anlamına gelen diatessaron kelimesi, dört İncil'in tek bir kitap halinde özetlenmiş şekline verilen bir isimdir ve bu anlamda ilk defa milâttan sonra 150 yılında Tatien tarafından hazırlanan kitap için kullanılmıştır. Dolayısıyla XIII ve XIV. yüzyıllardan çok önce diatessaron mevcuttu.
Bu İncil'de Ahd-i Atîk'ten yapılan iktibaslarda, milâttan sonra IV. yüzyılda Aziz Jâröme tarafından yapılan Latince tercümenin (Vulgate) kullanıldığı da iddia edilmektedir. Fakat tam aksine Kitâb-ı Mukaddes'in Latince tercümesinin Barnaba İncili'ne dayandığı da ileri sürülmektedir. (The Gospel of Barnabas, s. XV)
Tenkitlerden biri de bu İncil'in müslüman olmuş bir hıristiyan tarafından yazılmış olduğu hususudur. Halbuki bizzat hıristiyan münekkitlerin de ortaya koydukları gibi Barnaba İncili bazı noktalarda Kur'ân-ı Kerîm'le çelişmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de göklerin yedi olduğu belirtilirken Barnaba İncili'nde dokuz olduğu ifade edilmektedir (105, 178). Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Meryem'in Hz. İsâ'yı dünyaya getirirken doğum sancısı çektiği bildirilmekte (Meryem 19/23), halbuki Barnaba İncili'nde onu ağrısız doğurduğu nakledilmektedir (3). Barnaba İncili'nde İsâ mesîh olmadığını ısrarla dile getirirken (96) Kur'ân-ı Kerîm ondan mesîh diye bahsetmektedir (Âl-İ İmrân 3/45; en-Nisâ 4/171-172).
Barnaba İncili'nin Kur'ân-ı Kerîm'le olan bu çelişkileri, bu İncil'in müslümanlar tarafından yazılmış olamayacağını göstermektedir.


Sonuç: Barnaba İncili'nde teslîs ve enkarnasyon (ilâhî kelâmın ete kemiğe bürünmesi, İsa'nın tanrılığı) reddedilmiş, Hz. Peygamber'in nübüvveti müjdelenmiştir. Tanrı'nın birliğini savunan Barnaba İncili (90) O'na çocuk nisbet edilemeyeceğini (17), Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu değil sadece bir peygamber olduğunu belirtmekte (1, 2, 4, 10, 11, 15, 19, 31, 44, 47, 52, 71, 82, 83, 96, 112, 156, 157), İsâ'ya Allah'ın oğlu diyenlerin lanetleneceğini haber vermektedir (53, 212). Bu İncil'e göre nûr-ı Muhammedî her şeyden önce yaratılmıştır (12, 35, 39, 43); kâinat ise onun için yaratılmıştır, o bütün dünyaya rahmet ve selâmet getirecektir (43). Hz. Âdem yaratıldığında kelime-i tevhidde onun adını görmüştür (39). Hz. Muhammed Allah'ın resulüdür 117, 72, 90) ve daha önceki peygamberlerin sözlerini açıklayacaktır (17). İsâ Hz. Muhammed'den önceki son peygamberdir (97). Muhammed İsâ'dan sonra gelecektir (17, 42) ve onunla ilgili yanlış kanaatleri ortadan kaldıracaktır (97). Tanrı'nın Hz. İbrahim'e yaptığı mesîhî vaad Hz. Muhammed ile tahakkuk edecektir (1, 12, 26, 29, 44, 63, 96, 97, 208) ve o mesîhtir (39, 41, 42, 44, 54,97, 136, 163,220).


Teslisi ve enkarnasyonu reddettiği ve Hz. Muhammed'in geleceğini müjdelediği için müslümanlar tarafından sahih kabul edilen Barnaba İncili, kanonik İnciller ve hıristiyan akîdesiyle çeliştiği gerekçesiyle hıristiyanlar tarafından reddedilmekte, uydurma olduğu, hatta XVI. yüzyılda müslüman olmuş bir hıristiyan tarafından yazıldığı ileri sürülmektedir. Barnaba İncili'nin bugün mevcut yegâne nüshası olan İtalyanca metnin, gerek kullanılan malzeme gerekse üslûp ve dil yönünden söz konusu dönem İtalya'sının bir ürünü olduğu açıktır. Ancak bu, Barnaba'ya nisbet edilen İncil'in o dönemde yazıldığını ve müellifinin söz konusu İncil'i İtalyanca yazıp kutsiyet ve otorite kazandırmak için Barnaba'ya nisbet ettiğini göstermez. Kaldı ki Ahd-i Atîk'teki bir çok kitap, hatta mevcut şekliyle Tevrat, nisbet edildikleri şahıslar tarafından kaleme alınmadığı, çok sonra yazılıp söz konusu yazarlara nisbet edildiği halde bugün kanonik ve kutsal kabul edilmektedir.


Bu İncil'in XVI. yüzyıldan çok önce yazıldığına, Barnaba'ya ait bir İncil'in mevcudiyetine dair deliller vardır. V. yüzyıla ait ve Papa Gelase tarafından neşredilen genelge Barnaba İncili'nin apokrif olduğunu belirtmekte ve okunması yasak kitaplar arasında zikretmektedir. VII. yüzyıldan önce kaleme alınan Grekçe Cataîogue des soixante livres canoniques adlı belgede apokrif yirmi beş kitap arasında Barnaba İncili de zikredilmektedir. Şu halde V. yüzyılda Barnaba'ya nisbet edilen bir İncil mevcuttu. Bu İncil'in bugün elde bulunan İtalyanca nüsha ile ilgisinin olmadığı şeklindeki tenkit ise indîdir. V. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar bu İncil'den hiç bahsedilmemesine, dolayısıyla söz konusu İncil'in XVII. yüzyılda ortaya atılmış uydurma bir İncil olduğu iddiasına gelince bunun izahı kolaydır. Tecsîd ve teslisi reddeden Mûsevî-hıristiyan geleneğinin yazıları nasıl yasaklanmışsa aynı çizgideki Barnaba İncili de kilise tarafından mahkûm edilip yasaklanmış, bu sebeple kilisenin mutlak baskı ve otoritesi sebebiyle ortaya çıkarılamamıştır.


Gerek teslisi reddetmesi gerekse Hz. İsa'nın ulûhiyyetini kabul etmemesi sebebiyle Barnaba İncili'nin İslâm'ın etkisiyle İslâm'ın gelişinden sonra bir müslüman tarafından kaleme alınmış bir kitap olduğunu iddia etmek tarihî gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Zira mevcut Barnaba İncili'ndeki bazı hususlar İslâmî inançlara uymamaktadır.


Sonuç olarak Barnaba İncili'nin ana temasını teşkil eden ve Hz. İsâ'nın Tanrı'nın oğlu değil bir peygamber olduğu fikrini benimseyip teslîsi reddeden inanç, İslâm'dan çok önce ilk hıristiyanlar arasında mevcuttu. Buna göre Barnaba İncili, Pavlus tarafından sahte diye nitelendirilen, fakat taraftarlarınca tam aksi iddia edilen gerçek İncil'i, Hz. İsâ'nın vazettiği hakiki mesajını ihtiva etmektedir. Şu da bir gerçektir ki Barnaba'ya nisbet edilen bugünkü İncil, uzun tarihî seyri içerisinde birtakım ilâve ve müdahalelere mâruz kalmıştır. Ancak bunlar ana temanın orijinalliğini ve eskiliğini ortadan kaldırmaz.


Geniş bilgi için bk. Osman Cilacı, Barnaba İncili mad. İslam Ans. TDV.yay

barnabas incili nedir

Barnabas hakkında, Hz. İsa’dan sonra havarilerinin dinini tebliğlerinin ve bu uğurda başlarına gelenlerin anlatıldığı ve Kilise tarafından da kabul edilen “Rasullerin İşleri” bölümünde önemli bilgiler bulmak mümkündür. Burada anlatıldığına göre, Barnabas aslen Kıbrıslı olup asıl adı Yusuf’tur ve Levililerdendir. Barnabas “teselli oğlu” anlamına geldiğine göre, herhalde lâkabı olsa gerektir.



‘Kanonik İnciller’de Barnabas’ın adı havariler arasında geçmez. ‘Rasuller’in İşleri’nden anlaşıldığına göre, o çok erken bir dönemde Hakk dini kabul etmiş olsa gerektir. Barnabas’ın ismi Kanonik İnciller içerisinde ilk olarak şöyle geçer:



İman edenlerin cemaati tek yürek ve tek can idi; ve hiç biri kendisinin olan şeyler için ‘benimdir’ demiyordu; fakat her şey onlar için müşterekti. Ve resuller büyük kuvvetle Rab İsa’nın kıyamına şehadet ediyorlardı; ve hepsinin üzerinde büyük lûtuf vardı. Çünkü aralarında yoksul kimse yoktu; zira tarlaları yahut evleri olanların hepsi satıp, satılmış olan şeylerin bedellerini getirerek resullerin ayakları önüne koyuyorlardı; ve her birine ihtiyacına göre dağıtılıyordu.» İşte bu zamanda resullerce çağrıldığı şekliyle BARNABAS tarlasını satmış ve parayı getirip resullerin önüne koymuştu.” (Rasullerin İşleri, 4: 32-37).



Bu olaydan sonra Barnabas adı Resuller’in İşleri’nde sık sık geçer. Şehir şehir dolaşan Barnabas Allah’ın sözünü her gittiği yerde ilân etmekte, kardeşlerine yardım için koşmakta ve pek çok kişinin Hakk Din’e girmesine vesile olmaktadır.



Barnabas ilk dönemlerde Pavlos’la birliktedir. Fakat, bir süre sonra aralarında, şehirleri dolaşırken Markos denilen Yuhanna’yı da yanlarına alıp almama konusunda şiddetli bir tartışma çıkar ve nihayet ayrılırlar. (Resuller’in İşleri, 15: 36 - 41).



İlginçtir ki, bu ayrılma olayından sonra Resuller’in İşleri’nde Barnabas adı bir daha geçmez ve sürekli Pavlos’tan söz edilir. Buradan, Barnabas - Pavlos ayrılığının köklü bir ayrılık olduğunu ve en azından bundan sonra ‘itikad’ alanında da derin bölünmelerin baş gösterdiğini tahmin edebiliriz. Nitekim, Barnabas, İncili’nin girişinde şöyle der:



...Şeytan tarafından aldatılan pek çokları, dindarlık maskesi altında en dinsiz akideyi va’z ederek İsa’ya Allah’ın oğlu demekte, Allah’ın sonsuza değin emrettiği sünnet olmayı reddetmekte ve her türlü kirli etin yenmesine izin vermekte olduğundan ---bunlar arasında bulunan, kendisinden üzüntü duymadan söz edemediğim Pavlos da aldatılmıştır-- kurtulasınız, Şeytan tarafından aldatılmayasınız ve Allah’ın hükmü önünde hüsrana uğramayasınız diye, İsa ile yaptığım konuşma ve görüşmelerde gördüğüm ve duyduğum gerçeği yazıyorum.



Barnabas’ın bizzat kendi yazdıklarından anladığımıza göre, o, Resuller’in İşleri’nde geçtiği gibi Pavlos’la bir süre arkadaşlık yapmış, fakat, daha önceki peygamberlerden sonra olduğu gibi, Hz. İsa’dan sonra da izleyicileri arasında ayrılıklar çıkmış, bu ayrılıklar dinin özüne de inmiş ve Pavlos, Tevhid’i Şirk’e çevirenlerin başında yer alırken, Tevhid’den kopmayan Barnabas ise, Hz. İsa’nın gerçek dinini, ona inananlar Şeytan’a kanmasınlar diye yazıya geçirme gereği duymuştur.



Barnabas, gerçekten yukarıdaki satırlarda geçtiği gibi, Hz. İsa’nın havarilerinden midir? Buna ‘evet’ de ‘hayır’da diyemiyoruz. Fakat, kesin olan bir gerçek varsa, Barnabas’ın İslam’ın peygamberlerinden Hz. İsa’ya inanmış bir mü’min olduğu ve en azından ‘Kanonik İnciller’in ilkinin yazıldığı günlerde ve hattâ ondan daha da önce ‘İncil’ini kaleme aldığıdır. Barnabas belki kendisi Hz. İsa’nın havarisi olmasa bile, en azından onun gerçek havarilerini dinlemiştir; bu yüzden onun İncil’i, İslâmi Hadis literatüründeki ifadeyle, Peygamber’i gören ve işiten bir sahabenin ‘sahih’i değilse bile, hiç olmazsa, sahabeyi görüp işiten bir tabii’nin ‘mürsel sahihi’dir.



Hz. İsa hakkında gerçekten değerli bir araştırma yapmış bulunan Muhammed Ata’ür-Rahim Barnabas’ın havariliğini kabul etmekte ve onun İncil’i hakkında özetle şu bilgiyi vermektedir:



“BARNABAS İNCİLİ, İsa’nın bir şakirdi, yani zamanının çoğunu, mesajını yaydığı üç yıllık süre içinde bizzat İsa’nın yanında geçiren bir adam tarafından yazılmış ve bugüne kadar gelmiş, bilinen tek İncil’dir.”



Kabul edilmiş dört İncil’in yazarlarının aksine, o İsa ile doğrudan teması olmuş ve öğretisini doğrudan İsa’dan almış biriydi.



Barnaba İncili M.S. 325'e kadar İskenderiyye kiliselerinde kabul edilmiştir. İsa'nın doğumundan sonraki birinci ve ikinci asırlarda, Tevhîd'i desteklemiş olan İraneus'un (M.S. 120-200) yazılarında elden ele dolaşmıştır. M.S. 325'te meşhur İznik Konsülü toplandı. Teslis akîdesi, Pavlus hristiyanlığının resmi doktrini olarak ilân edildi. Kilisenin resmi İncilleri olarak Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri seçildi. Barnaba İncili de dahil geri kalan bütün İnciller'in okunması ve elde bulundurulması yasaklandı. Barnaba İncili hakkında sürdürülen bu yasaklama kararları, ileriki tarihlerde de devam etti. M.S. 366'da Papa Damasus'un (M.S. 304-384) da, İncil'in okunmaması için bir karar çıkarttığı söylenmektedir. Bu karar M.S. 395'te ölen Kaesaria Piskoposu Gelasus tarafından da desteklendi. Onun Apokrifal kitaplar listesinde Barnaba İncili de vardı. Apokrifa, basitçe "halktan gizlenmiş" demektir. Papa'nın, yasaklanmış kitaplar listesine Barnaba İncili'ni de almış olması, en azından, İncil'in varlığını göstermektedir. Ayrıca Papa'nın, M.S. 383'te Barnaba İncili'nin bir kopyasını ele geçirdiği ve kendi özel kütüphanesinde sakladığı da bir gerçektir (Muhammed Ataurrahim, Jesus Prophet of İslâm, England 1977, s. 39-41 ).

Barnaba İncili hakkında çıkartılan bütün bu yasaklama kararları ve İncil'in okunmaması için alınan tedbirler pek başarılı olamadı. İncil, günümüze kadar varlığını sürdürdü. Onun günümüze kadar gelmesini sağlayan Fra Marino adında bir keşiş olmuştur. Şöyle ki:

Barnaba İncili'nin İngilizce çevirisinin yapıldığı el yazması, Papa Sextus'ta (1589-1590) bulunuyordu. Sextus, İncil'den geniş çapta faydalanmış olan İraneus'un yazılarını okuduktan sonra İncil ile yakından ilgilenen Fra Marino ile arkadaş oldu. Bir gün Marino, Sextus'u ziyarete gitti. Birlikte öğle yemeği yediler. Yemekten sonra Papa uykuya daldı. Keşiş Marino, Papa'nın özel kütüphanesindeki kitapları gözden geçirmeye başladı ve Barnaba İncili'nin İtalyanca el yazmasını ele geçirdi. İncil'i elbisesinin yeni içerisine gizliyerek oradan ayrıldı ve Vatikan'a geldi. Bu yazma daha sonra, Amsterdam'da büyük bir ün ve otorite sahibi, hayatı boyunca bu esere büyük bir değer verdiği bilinen bir şahsa ulaşıncaya kadar elden ele dolaştı. Onun ölümünden sonra da Prusya Kralı temsilcisi J.E. Kramer'in eline geçti. 1713'de Kramer bu yazmayı, kitaplar uzmanı meşhur Savoy'lu Prens Eugen'e takdim etti. 1738'de, kütüphanesi ile birlikte bu yazma da Viyana'daki Hofbibliothek'e nakledildi ve halen oradadır. Erken kilise tarihçilerinden önemli bir zat olan Toland, bu yazmayı incelemiş ve ölümünden sonra 1747'de basılmış olan muhtelif çalışmalarında ona atıflarda bulunmuştur. İncil hakkında şöyle der: "Bu, tıpkı kutsal bir kitap görünümündedir." (Ataurrahim, a.g.e, s. 41-42).

Barnaba İncili'nin İtalyanca el yazması Canon ve Mrs. Ragg tarafından İngilizce'ye çevrildi ve 1907'de Oxford Üniversitesi matbaasında basıldı ve yayımlandı. İngilizce çevirinin hemen tamamı aniden ve gizemli bir şekilde piyasadan kayboldu. Bu çeviriden yalnız ikisinin varlığı bilinmektedir: Biri British Museum'da, diğeri de Washington Kongre Kütüphanesi'ndedir. Kongre Kütüphanesi'nden kitabın bir mikro-film kopyası ele geçirildi ve İngilizce çevirinin yeni bir baskısı Pakistan'da yapıldı. Bu baskının bir kopyası, gözden geçirilmiş yeni bir baskı amacıyla kullanıldı. (Ataurrahim, a.g.e., s. 42).

Barnaba İncili yirminci yüzyılın başında, Mısır'da, Dr. Halil Seâde tarafından Arapça'ya çevrilmiş ve esere bir de mukaddime yazılarak Muhammed Reşid Rıza tarafından da neşredilmiştir. (Ahmed Şelebi, Mukârenetü'l-Edyân, Mısır 1984, II, 215).

Son zamanlarda ülkemizde de İncil'in izlerine rastlandığı ve üzerinde bazı çalışmaların yapıldığı bilinmektedir: Bunlardan biri, Abdurrahman Aygün'ün "İncil-i Barnaba ve Hz. Peygamber Efendimiz Hakkındaki Tebşîrâtı" isimli basılmamış eseridir. Eser 1942'de yazılmıştır. (bk. Osman Cilacı, "Barnaba İncili Üzerine Bir Türkçe Yazma ", Diyanet Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık,1983, cilt:19, sayı: 4, s. 25-35) Yine 1984'te Hakkari civarında bir mağarada, Ârâmî dilinde ve Süryânî alfabesi ile yazılmış bir kitap bulunduğu ve bunun Barnaba İncili olduğu, yurt dışına kaçırılmak istenirken yakalandığı da bilinmektedir. (bk. İlim ve Sanat, Mart-Nisan 1986, sayı: 6, s. 91-94). Ayrıca, "Barnaba İncili" adıyla Mehmet Yıldız tarafından İngilizce'den dilimize çevrilen bir eser de 1988 yılı içerisinde Kültür Basın Yayın Birliği tarafından neşredilmiştir.

Barnaba İncili'nin diğer dört İncil' den ayrıldığı en önemli noktalar şunlardır:
1- Barnaba İncili, Hz. İsa'nın ilâh veya Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmez.
2-Hz. İbrahim'in kurban olarak takdim ettiği oğlu Tevrat'ta belirtildiği ve hristiyan inançlarında anlatıldığı gibi İshak değil, İsmâil (a.s.)'dır.
3-Beklenen Mesih Hz. İsa değil Hz. Muhammed'dir.
4-Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, Yahuda İskariyoth adında biri ona benzetilmiştir.
(Muhammed Ebu Zehre, Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, Trc. Âkif Nuri, İstanbul 1978, s. 105-107).

Gerçeğin uzun süre gizlenemeyeceği açıktır. İnsanlık eninde sonunda, belki tarihte eşine rastlanmadık biçimde Hakk Din’e yönelecek ve İbrahim’in Tevhid Dini Hatem’ül-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)’nın risaletinin tümden ihyasıyla yeryüzündeki muhteşem hakimiyetini gerçekleştirecektir. Batıl, mahiyeti gereği köpük gibi yok olucu, Hakk ise kalıcıdır.



Barnaba İncili’nin muhtevası, genel teması, metnin tahlili ve yapılan tenkitler, bunlara verilen cevaplar konusuna değinmek uygun olacaktır:


Barnaba İncili'nin Muhtevası


Barnaba İncili bir giriş ile doğumundan semaya urûcuna kadar Hz. İsâ'nın hayatının anlatıldığı asıl bölümden (222 bab) oluşmaktadır.
Giriş kısmında bu kitabın Allah'ın peygamberi Hz. İsâ'nın gerçek İncil'i olduğu ve onun havarisi Barnaba tarafından yazıldığı, şeytanın yanılttığı pek çok kişinin -ki aralarında Pavlus da vardır- tamamıyla yanlış bir akîdeyi yaydıkları, Hz. İsâ'ya Allah'ın oğlu dedikleri, Allah'ın ebedî ahdi olan sünnet olmayı kabul etmedikleri, temiz ve helâl olmayan her besinin yenilebileceğine hükmettikleri ifade edilerek insanların hataya düşmemeleri için bu İncil'in kaleme alındığı belirtilmektedir.


Asıl bölümde ise şu konular yer almaktadır:
1- Hz. İsâ'nın dünyaya gelişi ve çocukluğu (1-9). Bu bölümde kanonik İnciller'de olduğu gibi annesi Meryem'e Cebrail tarafından Hz. İsâ'nın doğumunun müjdelenmesi (1-2), Hz. İsâ'nın dünyaya gelişi (3-4), sünnet oluşu ve mabede takdimi (5), müneccimlerin ziyareti ve Mısır'a kaçışı (6-8), on iki yaşında Kudüs'ü ziyareti (9) anlatılmaktadır.
Barnaba İncili'nin bu ilk bölümünde kanonik İnciller'den Luka ve Matta'ya büyük benzerlikler görülmekle birlikte bazı farklılıklar da vardır. Luka İncili'ndeki (1/31-33), "Ve işte gebe kalıp bir oğlan doğuracaksın ve adını İsâ koyacaksın. O büyük olacak, ona yüce Allah'ın oğlu denilecek; rab Allah ona babası Davud'un tahtını verecek; Ya'kub'un evi üzerinde ebediyen saltanat sürecek ve onun melekûtuna hiç son olmayacaktır" ifadesi, Barnaba İncili'nde şu şekildedir: "Allah seni, samimi bir kalple şeriatında yürüsünler diye İsrail halkına göndereceği bir peygamberin annesi olarak seçti." Luka İncili'nde (1/35) babasız dünyaya gelmesi sebebiyle Hz. İsâ'ya Allah'ın oğlu denileceği bildirilirken Barnaba İncili'nde bu hadise şu şekilde anlatılmaktadır: "Ey Meryem! İnsan yokken insanı yaratan Allah, senden de erkek olmadan insan meydana getirmeye kadirdir". Luka İncili'ndeki (2/11), "Çünkü bugün Davud'un şehrinde size kurtarıcı doğdu, o da rab Mesih'tir" ifadesine karşılık Barnaba İncili'nde, "Dâvûd"un şehrinde rabbin peygamberi olan bir çocuk doğdu. O İsrail evine büyük kurtuluş getirmektedir" şeklindedir.


2- Tebliğ faaliyetinin ilk yılı
(10-46). Hz. İsâ otuz yaşında iken Zeytindağında melek Cebrail kendisine İncil'i indirir. İsâ'nın kalbine dolan bu kitapta Allah'ın ne yaptığı, ne söylediği, ne dilediği bulunmaktadır (10). Böylece Hz. İsâ'nın peygamberliği başlamıştır. Bu kısım kanonik İnciller'deki İsâ'nın vaftiz olma hikâyesine tekabül etmektedir. Hz. Îsâ dağdan iner ve bir cüzzamlıyı iyileştirir (11).


3- Hz. îsâ'nın peygamberliğinin ikinci yılı (47-90). Roma askerlerinin İsâ'yı tanrı olarak kabul etmeleri, bu sebeple İsa'nın Nain'i terketmesi (47), hastaları iyileştirmesi, sinagogdaki vaazı ve ibadet için çöle çekilmesi (48-50), şeytan, nihaî hüküm ve cehennem hakkındaki vaazları (51-621, mucizeleri, çeşitli meselelerle ilgili tâlimleri (63-81), kendisinden sonra gelecek gerçek mesîhi müjdelemesi (82) nakledilir.


4- Hz. îsâ'nın peygamberliğinin üçüncü yılı (91-222). Romalı askerlerin İbrânîler'i İsâ'nın tanrı olduğunu söylemeye zorlamaları, İsâ'nın mesîh olmayıp sadece bir kul ve gerçek mesîhin müjdecisi olduğunu açıklaması (96), yetmiş iki kişiyi şâkird olarak seçmesi (98), on iki havari ile yetmiş iki şakirdin faaliyetleri (99-126), Hz. İsâ'nın Kudüs (127-131), Nain (133-138) ve Şam'daki faaliyetleri (139-143), Celîle'ye dönüşü, gerçek Ferîsîler hakkındaki beyanları (143-151), Nâsıra'dan Kudüs'e gidişi (151-162), kader hakkındaki tâlimleri ve bu konuda sadece Muhammed'in bilgi sahibi olduğu, çöldeki konuşmaları (163-179), Kudüs'te yazıcı Nicodeme ile karşılaşması (180-192), mesîhin İsmail soyundan geleceği (191], Lazar'ın dirilişi (193-200), Kudüs'teki son olaylar, Hz. İsâ'nın aranması, Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Uriel tarafından semaya kaldırılıp üçüncü semaya bırakılması (215), Yahuda İskaryofun işkence görüp çarmıha gerilmesi (217), İsâ'nın annesine ve havarilere görünmesi (219-220), Barnaba'nm İsâ'ya sorulan, Hz. İsâ'nın cevapları ve Barnaba'ya, "Bak Barnaba, benim dünyada kalışım süresince bütün olup bitenlerle ilgili olarak benim İncil'imi elbette yazmalısın" şeklindeki talimatı ve orada bulunanların gözleri önünde dört melek tarafından semaya çıkarılışı (221), Hz. İsâ'dan sonra havarilerin çeşitli bölgelere dağılmaları, bazı insanların -Pavlus da dahil- İsâ'nın ölüp dirildiğini, bazılarının ise ölüp dirilmediğini ileri sürmeleri, Barnaba'nın ise gerçekleri naklettiği bildirilir (222).


Barnaba İncili'nin genel teması
Barnaba İncili'nin genel teması şudur: Önceki kutsal yazılar tahrif edildiği için hakikati tekrar vazetmek üzere Tanrı İsâ'yı görevlendirmiştir. İsâ'nın vazedeceği hakikat ise mesîhin İsmail'in neslinden geleceğidir. Hz. İsâ ne tanrı ne de mesîhtir. O mesîh olarak gelecek olan Hz. Muhammed'in müjdecisidir.


incil HZ.MUHAMMED'in peygamberliğine delildir

1. Hz. İsa dedi; “Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutun. Ben de Rab’den dileyeceğim ve O size başka bir Faraklit verecektir; ta ki, daima sizinle beraber olsun.” (Yuhanna, Bâb 14, Âyet: 15-16)
2. Hz. İsa dedi;“Benim adımla Rabbin göndereceği Faraklit size her şeyi öğretecek ve size söylediğim her şeyi hatırınıza getirecektir.” (Yuhanna, Bâb 14, Âyet: 26)
3. Hz. İsa dedi; Faraklit geldiği zaman iman edesiniz diye, gelmeden önce size şimdi söyledim.”(Yuhanna, Bâb 14, Âyet: 29)
4. Hz. İsa dedi; “Rab’den size göndereceğim Faraklit geldiği zaman, O benim hakkımda tanıklık edecektir...”(Yuhanna, Bâb 15, Âyet: 26)
5. Hz. İsa dedi; “Ama size gerçeği söylüyorum, benim gitmem sizin için yararlıdır. Çünkü gitmezsem, Faraklit gelmez... Ama gidersem onu size gönderirim.” (Yuhanna, Bâb 16, Âyet: 7)
6. Hz. İsa dedi; “...Ama Faraklit gelince sizi tüm gerçeğe yöneltecektir. Çünkü kendiliğinden konuşmayacaktır. Ne işitirse onu söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.” (Yuhanna, Bâb 16, Âyet: 13)
7. Hz. İsa dedi; “...O Faraklit beni yüceltecek, çünkü benimkinden alacak ve size bildirecek.” (Yuhanna, Bâb 16, Âyet: 14)
İncil’in yukarıdaki ifadelerinde Hz. İsa (as) tarafından gelmesi müjdelenen ve Faraklitolarak geçen kelimenin aslı; Süryanice’de “Münhamenna“ Yunanca’da “Piriklitos”tur. Bu kelimenin birebir Arapça karşılığı ise “Ahmed”dir.
İncil ayetlerinde Grekçe Priklitos yani “Ahmed” ifadesi bazı kaynaklarda “Briklitüs” olarak geçmektedir. “Ahmed”, Efendimiz (asm)’in bir ismi olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerim’de de, O’nun İncil’de“Ahmed” olarak geçtiği açıkça ifade edilmektedir. (bk. Saff, 61/6)
Hem az önce bahsedilen bütün vasıflar sadece Efendimiz (asm)’da mevcuttur. O halde İncil’de gelmesi beklenen ve kendisi müjdelenen kişi, Hz. Muhammed (asv)’dır.
Ayrıca “Faraklit” kelimesi, İncil tefsirlerinde “hak ve batılı birbirinden ayıracak hakperest zat” olarak izah edilmiştir ki, Hz. İsa (a.s)’dan sonra gelecek insanları hakka sevk edecek zatın ismidir. Acaba Hz. Muhammed (asv)’dan daha fazla bu vazifeyi yapmış başka birisi alemde gösterilebilir mi?
8. Hz. İsa dedi; “Size gerçeği söylüyorum; benim gidişim size faydalıdır. Zira ben gitmezsem, tesellici size gelmez.”(Yuhanna Bab 16, ayet 7)
Acaba, şu âleme gelen ve insanlara hakiki teselli veren Hz. Muhammed (asm)’dan başka kim vardır. Evet, O’dur, fani insanları ölümün ebedi idamından kurtarıp hakiki teselli veren.
9. Hz. İsa dedi; “Artık sizinle konuşmayacağım: Çünkü bu dünyanın reisi geliyor ve bende onun hiçbir şeyi yoktur.”(Yuhanna, Bâb 14, Âyet: 30)
10. Hz. İsa dedi;“... ve O geldiği zaman günah, salâh ve hüküm için dünyayı ilzâm edecektir.”(Yuhanna, Bâb 16, Âyet: 8)
Acaba Hz. İsa (a.s)’dan sonra, dünyanın reisi olacak ve hak ve batılı ayırıp, Hz. İsa (as)’ın yerinde insanları irşad edecek, Hz. Muhammed (asv)’dan başka kim gelmiştir? Ve Ondan başka “Alemin reisi” olma unvanına kim layıktır? Hem Hz. Davud (as)’dan sonra, Hz. Muhammed (asv)’dan başka hangi nebi gelmiş ki, doğudan batıya kadar dinini neşretmiş ve memleketleri cizyeye bağlamış ve padişahları kendine secde eder gibi itaat altına almış ve her gün insanlığın beşte biri kendisine dua ve salavat okur olsun? Bunları yapmış tek kişi olarak Hz. Muhammed (asv)’dan başka kim gösterilebilir? Demek, İncil’de, Hz. İsa (a.s)’dan sonra geleceği belirtilen “Alemin reisi” tabiri ile kastedilen; Hz. Muhammed (asv)’dır. Hem “fahr-i alem” yani “alemin kendisiyle övündüğü” unvanı, Efendimiz (asm)’in en meşhur unvanıdır.
11.“Yahya'nın tanıklığı şöyle oldu; açıkça konuştu, inkâr etmedi: "Ben Mesih değilim" diye açıkça konuştu. Onlar da kendisine: "Öyleyse sen kimsin? Sen İlyas mısın?" diye sordular: O da "Değilim" dedi. "Sen O Peygamber misin?" dediler. Yahya: "Hayır" diye cevap verdi...” (Yuhanna Bab 1, Ayet: 20-21)
Hz. Yahya (as)'a üç soru sorulmaktadır ve O, bu üç soruya da olumsuz cevap verir:
a. Sen Mesih misin? Yani İsa mısın?
b.Sen İlyas mısın?
c. Sen O Peygamber misin?
Demek Yuhanna İncili’nin bu cümlesinde üç ayrı peygamberden bahsediliyor. Bunlar Hz. İsa (as), Hz. İlyas (as) ve O Peygamber (asm)'dir!..
Bu ifadelerden anlaşılmaktadır ki; "O Peygamber" Hz. İsa (as)'dan farklı bir şahsiyettir. Acaba Allah'tan aldığı sözleri insanlara duyuran, Hz. İsa (as)'ın çıktığı dönemde hâlâ gelmemiş olan ve Hz. İsa (as)'dan farklı olan ve “O peygamber” diye işaret edilen peygamber kimdir? Elbette Hz. Muhammed (asm)’dır. Zira Hz. Muhammed (asv) dışında Allah'tan aldığı peygamberlik görevini yerine getirip, tarihte önemli bir yer kazanmış ve Hz. İsa (as)'dan sonra gelmiş ikinci bir insan gösterilemez.
12.“Yalancı Peygamberlerden sakının. Onlar size koyun postu içinde yaklaşırlar, ama özde yırtıcı kurtlardır… Onları yaşam ürünlerinden tanıyacaksınız. Hiç dikenlerden üzüm, deve dikenlerinden incir toplanır mı? Her iyi ağaç iyi ürün verir. Çürük ağaç ise kötü ürün verir… İyi ağaç kötü ürün vermediği gibi, çürük ağaç da iyi ürün vermez… İyi ürün vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır… Böylece sahte peygamberleri meyvelerinden tanıyacaksınız.”(İncil-Matta Bab 7, Ayet: 15-20)
İncil'in hiçbir yerinde Hz. İsa (as)'dan sonra peygamber gelmeyeceği söylenmez. Buna karşın İncil'de peygamberlik iddiasında olanları tanımada şu kritere verilir:
"Verilen ürüne bak ve yalancı ile doğru söyleyeni ayırt et..."
Eğer Hz. İsa (as)'dan sonra hiç peygamber gelmeyecek olsaydı; Hz. İsa (as), "Benden sonra peygamber gelmeyecektir, benden sonra kim peygamberlik iddia ederse o yalancıdır." diye çok kestirme bir şekilde bu meseleyi halledebilirdi. Demek, Hz. İsa (as)'ın, yalancı ve doğru peygamberi ayırt etmek için tavsiye ettiği yöntem, başlı başına Hz. İsa (as)'dan sonra peygamber geleceğine yeterli bir delildir.
Hz. İsa (as) 'dan sonra peygamber gelecek olması da; Hz. Muhammed (asv)’in peygamberliğine yeterli bir delildir. Çünkü Hz. İsa (as)'dan sonra gelip de, Allah'a inanan, Allah'a güvenen, Allah'ı seven ve putları terk eden toplulukların oluşması gibi harika bir ürün, sadece ve sadece Peygamberimiz (asm) ile yollanan din sayesinde elde edilmiştir.
13. Hz. İsa (as) Kudüs’e gelir. Her gün dersler vermeye başlar. Fakat ileri gelenler, kahinler ve din bilginleri onu yok etmek isterler. İsa (as) onlara şu mesajı verir:
“Eğer bu hakikatlere iman etmezseniz, Allah bunlara inanıp yaşayacak sizden başka bir kavme ihsan edecek…”
Derslerinden birinde aşağıdaki misali ve ardındaki hakikati halka ve kahinlere şöyle anlatır;
Bağ Kiracıları Benzetmesi (Matta Bab 21, Ayet 33-46; Markos Bab 12, Ayet 1-12; Luka Bab 20, Ayet 9-19)
"Bir benzetme daha dinleyin: Toprak sahibi bir adam, bağ dikti, çevresini çitle çevirdi, üzüm sıkma çukuru kazdı, bir de bekçi kulesi yaptı. Sonra bağı bağcılara kiralayıp yolculuğa çıktı. Bağbozumu yaklaşınca, üründen kendisine düşeni almaları için kölelerini bağcılara yolladı. Bağcılar adamın kölelerini yakaladı, birini dövdü, birini öldürdü, ötekini de taşladı. Bağ sahibi bu kez ilkinden daha çok sayıda köle yolladı. Bağcılar bunlara da aynı şeyi yaptılar. Sonunda bağ sahibi, 'Oğlumu sayarlar.' diyerek bağcılara onu yolladı. Ama bağcılar adamın oğlunu görünce birbirlerine, 'Mirasçı bu; gelin, onu öldürüp mirasına konalım.' dediler. Böylece onu yakaladılar, bağdan atıp öldürdüler. Bu durumda bağın sahibi geldiği zaman bağcılara ne yapacak?..”
İsa'ya şu karşılığı verdiler:
"Bu korkunç adamları korkunç bir şekilde yok edecek; bağı da, ürününü kendisine zamanında verecek olan başka bağcılara kiralayacak..."
İsa onlara şunu sordu:
"Kutsal Yazılarda şu sözleri hiç okumadınız mı? 'Yapıcıların reddettiği taş, işte köşenin baş taşı oldu. Rabbin işidir bu, gözümüzde harika bir iş!' Bu nedenle size şunu söyleyeyim, Tanrı'nın egemenliği sizden alınacak ve bunun ürünlerini yetiştiren bir ulusa verilecek. Bu taşın üzerine düşen, paramparça olacak; taş da kimin üzerine düşerse, onu ezip toz edecek."(Matta Bab 21, Ayet 43)
Baş kâhinler ve Ferisiler, İsa (as)'ın anlattığı benzetmeleri duyunca bunları kendileri için söylediğini anladılar.
O'nu tutuklamak istedilerse de, halkın tepkisinden korktular. Çünkü halk, O'nu peygamber sayıyordu.”
"...Bu nedenle size şunu söyleyeyim, Tanrı'nın egemenliği sizden alınacak ve bunun ürünlerini yetiştiren bir ulusa verilecek...”
İşte bu cümlelerde geçen “taş” şüphesiz Peygamber Efendimiz (asm) olup, Allah’ın mülkünün verileceği vaat edilenler de İslam ümmetidir… Hristiyan bilginlerinin “taşı” Hz. İsa (as)’ın kendisine yormağa yeltenmeleri de şu yönlerden boşunadır:
a. Bu taşla kastedilen zatın -haşa- Allah’ın oğlu olduğunu iddia ettikleri Hz. İsa (as)’dan başka olacağı, sözün gelişinden kesin olarak anlaşılır.
b. Onların iddialarına göre Hz. İsa (as), Yahudilerin ellerinde öldürülmüştür. Bu durumda taşın üstüne düşenlerin parçalanması ve altında kalanların ezilip helak olması nerde kalmış diye sorulmaz mı?
c. Hz. İsa (as) Yuhanna İncili Bab12, Ayet 47’de;“Ve bir adam sözlerimi işitip tutmazsa ona ben hükmetmem; çünkü bu dünyaya hükmetmeye gelmedim; ancak dünyayı kurtarmaya geldim...” demiştir. Bu ise “taş” olma vasfına kesin olarak zıttır. Çünkü İncil ayetinin ifadesine göre: taş; kimin üstüne düşerse onu ezip toz edecek ve taşın üstüne düşenler de paramparça olacaktır.
ç. Zebur’da o taşın baş köşe olmasına şaşıldığı: “...ve o gözlerimizde şaşılacak iştir.” cümlesiyle ifade edilmiştir. Hristiyanların iddia ettiklerine göre; Hz. Davud (as), Hz. İsa (as)’ı o kadar sayardı ki onun -hâşâ- Allah olduğuna inanacak dereceye varırdı. Bu halde Hz. İsa (as)’ın başköşe olmasına şaşmasını gerektirecek ne olabilir? Demek bu, Hz. İsa (as)’dan başka birisi olmalı ve onun peygamber olması şaşılacak bir şey olmalıdır. Bu ise şudur: İsrailoğullarının Hz. Hacer’den doğmamaları ve bu soydan gelmemeleri sebebiyle İsmailoğullarını kendilerine denk tutmaması ve esasen o zamanlarda İsmail (as) soyundan hiç bir peygamber gelmemiş olması, oldukça şaşkınlık sebebi olabilir.
d. Doğruluk ve emniyeti kesin delillerle sabit olan Hz. Peygamberimiz (asm)’in şu hadisi, o taşın bizzat kendisi olduğunu bildirmiştir:
“Benimle peygamberlerin temsili bir köşke benzer ki; çok güzel yapılmış, fakat bir tuğlası bırakılmıştır. Köşke bakanlar güzelliğine hayret ediyorlar, ancak bu tuğlanın yerini boş buluyorlar. İşte o köşk benimle tamamlanıyor, peygamberlik benimle sona eriyor.”[1]
14.İncil’de, geleceği beklenen ve âlemin reisi olarak vasfedilen peygamber hakkında: “Seyf ve asa sahibi” denilmiştir.[2]Seyf; kılıç demektir. Demek gelecek peygamber cihad ile vazifeli olacaktır. Bu durumda Hz. İsa (a.s) olamaz, zira O cihat ile vazifelendirilmemiş ve cihat etmemiş bir peygamberdir.“Kılıç sahibi” sadece, Hz. Muhammed (asv) olabilir. Zira Efendimiz (asm) ve ümmeti cihad ile vazifelidirler. Ayrıca Efendimiz (asm) asa sahibi idi; asa ile gezerdi.
15. Yine İncil’de geleceği müjdelenen peygamber hakkında “sahibü-t tac”(tac sahibi) unvanı zikredilir.[3]Bu unvan da Efendimiz (asm)’a mahsustur. Tac, başa takılan sarık demektir. Eski zamanda, milletler içerisinde, milletçe umumiyet itibariyle sarık saran Arap kavmidir. Demek tac sahibi; Hz. Muhammed (asv)’a işarettir.
Sual:Niçin Hz. İsa (as) diğer peygamberlere kıyasla, Efendimiz (asm)’dan daha fazla bahsediyor ve Ondan müjde veriyor? Zira başka peygamberler yalnız haber vermekle yetiniyor?
Cevap:Çünkü Hz. Muhammed (asv), İsa (as)’ı, Yahudilerin müthiş iftiralarından, yalanlamalarından ve dinini tahriflerden kurtarmakla beraber, İsa (as)’ı tanımayan Yahudilerin zor ve meşakkatli şeriatına mukabil, kolay ve Hz. İsa (as)’ın şeriatını tamamlayacak bir şeriata sahiptir. İşte onun için çok defa “Alemin reisi geliyor” diye müjde vermektedir.

hristiyanların incilde geçen faraklit adlı kişinin HZ.MUHAMMED olamayacağı iddaasına cevap

Cevap 1:

Paraklit veya Faraklit (Yunanca: Parakletos), Hristiyanlık'taki Kutsal Ruh'un, Kitab-ı Mukaddes'in bazı Yunanca tefsirlerinde bazı bölümlerde kullanılan adı. Bununla beraber güncel tefsirlerde Kutsal Ruh ve Gerçeğin Ruhu tabirleri kullanılır.

Paraklit sözcüğü Yuhanna İncili'nin 14:16, 14:26, 15:26 ve 16:7'inci ayetleri ile Yuhanna'nın Birinci Mektubu'nun 2:1 no'lu ayetinde Kutsal Ruh'u anlatmak üzere kullanılmıştır. Sözcük Yeni Antlaşma'nın bazı İngilizce çevirilerinde Tesellici (Comforter) ya da Yardımcı / Tavsiyeci (Advocate) olarak çevrilmiştir. Sözcük antik Yunanca'da mahkemede yardım eden kişi anlamında da kullanılmıştır. Kumran Yazıtları ya da Ölü Deniz Tomarları olarak bilinen metinlerde sözcük Gerçeğin Ruhu olarak geçer.(VİKİPEDİ ansiklopedisi).

Cevap 2:

İslamî görüşlere göre Paraklit ismi ile İslam Peygamberi Muhammed (asv) kastedilmektedir.
Yunanca Parakletos kelimesi en basit anlamıyla "Yardımcı" demektir. Yine Yunanca bir kelime olan Periklutos ise "övülmüş" (İngilizce: praised one) anlamına gelmektedir. İslam Peygamberi Muhammed (asv)'in isimlerinden biri olan Ahmed de "övülmüş" anlamına gelmektedir. Bu nedenle bazı İslam alimlerince Parakletos sözcüğünün Periklutos ile aynı sözcüktür ve Ahmed ile anlam olarak örtüşmektedir(a.g.e; ayrıca bk. Alusî, XXVIII/86-88; Elmalılı Hamdi Yazır, VIII/12-17).

Yuhanna İncil'inden bir âyet:

“Mesih: ‘Ben, benim ve sizin Rabb’inize gidiyorum. Ta ki size Tevil’i getirecek olan Faraklit’i göndersin’ dedi.”

Faraklit, hakkın ruhu, hak ile bâtılı birbirinden tamamen ayıran mânâlarına gelir. Evet Allah Resûlü (asm), hakkın ruhudur. Çünkü ölü kalbler ancak O’nun (asm) getirdiği hak ile hayat bulmuştur. O insanların hidayete ermesi için kendini feda edercesine bir mücadele vermiştir ki; hak ile bâtılın birbirinden ayrılması, ancak böyle bir mücâdele ve mücâhede sonucu vuku bulmuştur. İşte Hz. Mesih’in haber verdiği bir Faraklit gelmiştir. O da Allah’ın (cc) son elçisi İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed (asv)’dir.

Yuhanna İncili bab: 14. âyet 15 ve 16 da şöyle deniyor:

“Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben Rabb’e yalvaracağım ve O size başka bir tesellici, hakikat ruhunu (Faraklit) verecektir; tâ ki daima sizinle beraber olsun.”

Şimdi de sırasıyla şu âyetlere bakalım:

“Faraklit, öyle bir Ruhu’l-Kudüs’tür ki, Rabb O’nu benim ismimle (yani peygamber olarak) gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve benim size söylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır.” (Yuhanna, Bab: 14, Âyet 26).

“Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz.” (Yuhanna, Bab: 15, Âyet, 26-27).

“Faraklit geldiğinde bütün âlemi, hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder.” (Yuhanna, Bab: 16, Âyet, 8).

“Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır, çünkü, gitmezsem, Tesellici size gelmez; fakat gidersem, onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman, günah için, salâh için, ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir. Günah için; çünkü bana iman etmezler. Salah için; çünkü Babama gidiyorum, ve artık beni göremezsiniz. Ve hüküm için; çünkü bu dünyanın reisinde hükmedilmiştir. Size söyleyecek daha çok şeylerim var; fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o, hakikat Ruhu, gelince, size her hakikate yol gösterecek; zira kendiliğinden söylemeyecektir; fakat her ne işitirse söyleyecek; ve gelecek şeyleri size bildirecektir.”(Yuhanna, 16/7-13).

Yuhanna’nın bu ayetlerinde “Faraklit/Paraklit” kelimesi, "Tesellici, Hakikat Ruhu ve Ruhü’l-Kudüs" olarak tercüme edilmiştir. Bu son ayetler Necm Suresinin üçüncü ve dördüncü ayetleriyle tamamen örtüşmektedir:

“O, kendi arzusuna göre konuşmaz. Onun konuşması, (Allah tarafından) kendisine vahiy edilen bir vahiyden başka bir şey değildir.”

Yuhanna Arapça tercümesinde de Türkçedeki ifadelerin aynısı kullanılmıştır.(bk. İncilu Yuhanna, el-Eshahu’r-rabi aşer: 16, 26; el-Eshahu’l-hamis aşer: 26; el-Eshahu’s-sadis aşer: 7-8).

“Fakat benim ismimle Babamın göndereceği tesellici, Ruhu’l-Kudüs”(14/26) ifadesinin Arapça versiyonu “ve emma el muazzî er-Ruhu’ellezi yursiluhu ebi bi ismî”; İngilizce’deki versiyonunda ise, “But the Hepler, the Holy Spirit, whom tehe Father will send in My name” şeklindedir.(Benim ismimle, benim adıma..).

Türkçedeki “Tesellici” kelimesi yerine, İngilizce tercümesinde, “Hepler = yardımcı”, Arapça’sında ise, “Muazzî = Tesellici) kelimesi kullanılmıştır.

“Ben Babaya yalvaracağım” cümlesi, Arapça’sında “Atlubu minel ebi = Babadan isteyeceğim”; İngilizce’sinde ise “ I Will pray Thr father” şeklindedir (yalvarmak, istemek, dua etmek). Görüldüğü gibi , üç tercüme arasında çok küçük nüanslardan başka bir fark yoktur.

Cevap 3:

Kur'an'a göre Hz. Muhammed (asv)'in gelişi Tevrat ve İncillerde müjdelenmiştir:

"Bir vakit Meryem oğlu İsâ şöyle dedi: 'Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın Resulüyüm, önümdeki Tevratın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek bir Resulün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi Ahmed'dir'. Sonra o onlara açık delillerle gelince 'Bu apaçık bir sihir.' dediler." (Saff, 61/6)

Bu âyette "Benden sonra gelecek" ve "Onun adı Ahmed'dir" cümlelerine özellikle vurgu yapılmış ve müjdenin doğruluğuna dair tevafuk penceresinden belgeler gösterilmiştir.
Şöyle ki:

a. "Benden sonra gelecek" anlamındaki "Ye'tî min b'adî" ifadesinin kelime ve harfleriyle birlikte ebced değeri: 611'dir. Ki bu tarih Hz. Muhammed (asv)'in peygamber olduğu tarihtir. Bu tevafuk âyetin manasını pekiştirecek ve o cümlenin kullanılmasının hikmetini ortaya koyacak mahiyettedir.

b. İkinci vurgulu cümle olan "Onun adı Ahmed'dir" mealindeki ifadenin ayetteki Arapça metninde yer alan ilk kelime "ismuhu"nun ebced değeri, 106= 2x53'tür. İkinci kelime "Ahmed"in ebced değeri ise, 53'tür. Demek ki bu ayette bir taraftan Hz. Muhammed (asv)'in risalet tarihine, diğer taraftan onun Ahmed ismine dikkat çekilmiştir.

c. Ebced değeri 53 olan ve miladî 611'de peygamber olan Hz. Ahmed (asm)'in söz konusu yapıldığı bu ayet, Kur'an'daki sırası itibariyle de aynı rakamlara işaret etmektedir. Çünkü, bu ayet Kur'an'ın 5169. ayetidir. Bu sayıdan Hz. Peygamber (asm)'in risalet tarihi olan ve "Benden sonra gelecek" cümlesinin de ebced değeri olan 611'i çıkardığımızda, geriye 4558 rakamı kalır ki, bu sayı "Ahmed" isminin ebced değeri olan 53'ün 86 katıdır. 86 sayısı ise, ayette yer alan "benden sonra" ifadesinin Arapçası olan "Ba'dî" kelimesinin ebced değeri olduğu gibi, Hz. Ahmed (asm)'in peygamberlik müddeti (23) ile vefat ettiği zaman ki yaşı (63)nı göstermektedir.

d. Elmalılı Hamdi Yazır, Fatih kütüphanesinde bu mesele ile ilgili bir eser gördüğünü, orada bir papazın İncillerdeki "Faraklit" müjdelerinin, Kur'an'ın bu âyetinde haber verilen "Benden sonra gelecek Ahmed isminde bir peygamberi müjdeleyeci olarakç..." şeklindeki müjdesi olduğuna kanaat getirerek Müslüman olduğunu ve bu hususa dair bir risale yazdığını belirten ifadelere rastladığını söylemiştir.(bk. Yazır, , VIII /16).

e. Bediüzzaman Said Nursi de Hz. İsa (as)'ın bu müjdesine dikkat çekmekte ve diğer peygamberlerden daha çok Hz. Muhammed (asv) ile ilgilenmesinin, diğer bazı peygamberlerin Hz. Muhammed (asv)’le ilgili olarak normal bir takım haberler vermelerine karşılık, Hz. İsa (as)'ın çok kuvvetli bir tarzda "Müjde" şeklinde ondan (asm) söz etmesinin hikmetini -mealeln- şöyle açıklamaktadır:

"Her şeyden önce, Hz. Muhammed (a.s), Hz. İsa (a.s)'yı, Yahudilerin dehşet verici tekzip ve iftiralarından, onun dinini müthiş tahrifattan kurtarmıştır. Bununla beraber, Hz. İsa (a.s)'yı peygamber olarak tanımayan İsrailoğullarının bir takım zorlukları ihtiva eden şeriatlerine karşılık, Hz. Muhammed (asv)'in getirdiği şeriatın hükümleri kolay, evrensel ve Hz. İsa (a.s)'nın getirdiği şeriatın prensiplerini de tamamlayacak mahiyettedir. İşte bu sebepledir ki, O çok defa "Alemin reisi geliyor" diye müjde vermiştir."( bk. Nursi, Muktubat, 171).

Cevap 4:Tevrat ve İncil aslen vahiydir. Ancak değişik nedenlerden dolayı bu ilahi kitaplara ilaveler ve çıkarmalar olmuştur. Ayrıca değiştirmeler de yapılmıştır. Ancak "Göl yerinde su eksik olmaz." kabilinden Son Peygamberden bahseden bazı cümleler, kelimeler de kalmıştır.

Bu konuda yapılan en detaylı inceleme Hüseyin-i Cisriye aittir. Hicri 1261-1327 yılları arasında yaşayan ve anne ile babası Ehl-i beytten olan bu Suriyeli alim, söz konusu mukaddes kitaplardan Efendimiz (asm) ile Alakalı 114 işaret çıkartmış ve bunları Türkçeye de çevrilen Risale-i Hamidiyye'sinde neşretmiştir.
Eski mukaddes metinler arasında en çok tahrif edilmiş olma özelliğini taşıyan Tevratta bile, Peygamberimize (asm.) ait şu işaretler vardır:

“O, iki binici gördü, biri merkep üzerinde, diğeri deve üzerindeki binicilerdi. O, dikkatle dinledi.” (İşaya xxı, 7)

Burada peygamber İşaya tarafından bildirilen iki biniciden merkep üzerinde olanı Hz. İsa(as)'dır. Çünkü İsa peygamber, Kudüse bir merkep üzerinde girmiştir. Deve üzerinde olan kişiyle de, Peygamber Efendimize (asm) İşaret edildiği açıktır. Efendimiz (asm) Medine'ye girişte devesinin üstündeydi.

Ayrıca İncil tercümelerinde faraklit veya paraklit (perikletos) kelimeleri aynen muhafaza edilirken, yakın zamanlarda basılmış olan İncil tercümelerinde bu kelime değiştirilerek Arapça tercümelerinde “muazzi”, Türkçe tercümelerinde ise “teselli edici” şeklinde verilmiştir.

Hazreti Şuayb (as)'ın suhufunda, Efendimizin (asm) ismi Müşeffeh şeklinde geçer ki, kelime olarak tam karşılığı “Muhammed” dir. Tevrat'ta geçen "Münhemenna" isminin karşılığı da, yine Muhammed'dir. (bilindiği gibi Muhammed kelimesinin lügat karşılığı da, “tekrar tekrar methedilmiş” şeklindedir.)

Bunların dışında, Efendimizin (asm) ismi, Tevrat'ta çoklukla “Ahyed”, İncilde ise, ”Ahmet” olarak geçmektedir. (bk. Kenzu’l-ummal, h. no: 1021; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 108, 112; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1/35)

Bilgi için bk. Doğu Kutsal Metinlerinde Hz. Muhammed (Zerdüşt, Hindu, Budist), A. H. Vidyarthi; Çeviren: Kemal Karataş, İnsan Yayınları; İstanbul, 1997; Hüseyin Cisri, Risaletü'l-Hamidiye fi hakikati'd-Diyaneti'l-İslamiye ve Hakkiytü'ş-Şeriatü'l-Muhammediye..)

hristiyanlık ve eski pagan dinleri arasındaki benzerlikler

Hristiyanlığın aslında Yunan bir pagan dini olduğu günümüzde aralarında hristiyanlığı bırakmış sayısız rahip(Dan Barker gibi) ve eski hristiyan yazarlar tarafından dile getirilmektedir.(örnek olarak Tom Harpur, Timothy Freke,Arthur Weighall gibi)
Hristiyanlık, aslında yahudiliğin hellenileştirilip(hellenizm), Pagan/putperest dinine dönüştürülmüş halidir.
İncil’in içinde pek çok pagan öğesi bulunmaktadır.İsa’dan önce de ölen ve dirilen pagan Tanrıları vardı.Greko Romen etkisinde büyümüş hristiyanlık da bu Greko Romen pagan dinlerinin devamı niteliğindedir.(Greko Romen pagan inançları hristiyanlığı öyle etkilemiştir ki İncil bile İsa’nın konuştuğu dil olan Aramice ile değil, grekçe yani Yunanca ile yazılmıştır)
İsa’nın “Tanrı oğlu” yahut “Tanrı’nın özünden Tanrı”…vs olması,İsa’nın kanıyla günahlardan/suçlardan arınma fikri(İbraniler 13:12,Rom 3:25-26..vs) ,İsa’nın ölüp dirilmesi ve şeytana karşı “zafer”kazanması ve daha pek çok öğe, Hellenistik dönemde oluşmuş Greko Romen Pagan dinlerinin ayrıca bunlara bağlı mistik gizem kültlerinin etkileri sonucudur.
Hristiyanlığı direkt olarak etkileyen pagan Yunan tanrılarından biri Dionysos idi,Dionysos Greklerde “şarap Tanrısı” idi.Bu gizem kültünün MÖ 300-200 yıllarında oluşup çok hızlı bir şekilde yayıldığı söylenmektedir.Dionysos Roma’da Bakkhus ile özdeşleştirilmişti.
Dionysos da 25 Aralıkta doğmuştur, geleneğe göre İsa’da 25 Aralıkta doğmuştur.
İncil’deki bölümlerin hepsi Grek pagan dinleri etkisinde Grekçe yazılmış metinlerdir.Ama bütün incillerin arasından Grek pagan etkilerinin, gizem kültleri etkilerinin en çok görüldüğü İncil “Yuhanna incili”dir.Pavlus’un mektupları da aynı şekilde Grek pagan inançlarından büyük oranda etkilenmiştir.Bu incili paganlıktan dönmüş kişilerin yazdığı sanılmaktadır(olasılıkla Efesliler)
Yuhanna incilinde paganizmden kaynaklanan pek çok “mistik” ve “gizem” anlatımları bulunmaktadır.
Örneğin incildeki şu gizemli ve mistik anlatım:
‘’Yu 6:53 İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz.
Yu 6:54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.
Yu 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.
Yu 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.'’
(benzeri anlatımlar Pavlus’un mektuplarında da bulunur)
Bu oldukça “tuhaf” sayılabilecek ayetlerin yahudi kaynaklı olmadığı bilim adamlarınca belirtilmiştir.
Greklerin pagan Dionysos ve Attis kültüdür.Bu ayin bir pagan ayiniydi,Dionysosçular da sembolik olarak (hatta bazen bir hayvanı kurban ederek onun etini sembolleştirip) Dionysos’un etini yiyip kanını içiyorlardı.Bu sembolik ayin ile Dinysos’un ruhuyla birleştiklerine,ölümsüz olduklarına, arınıp yeniden doğduklarına..vs inanıyorlardı.(Prof.Barry Powell’in belirttiği gibi bugün kiliselerin hepsinde gizem kültlerine ait bu eski pagan ayini yapılmaktadır;özellikle katolik ve ortodoks kiliselerinde ekmek bölünür,İsa’nın eti ya da bedeni denilerek yenir. Kırmızı şarabın, gerçekten İsa’nın kanına dönüştüğüne inanılır “İsa’nın kanı” diyerek içilir.)
Yuhanna incilinin yazarı (yahut yazarları) da Paganların bu ayinini, İsa’ya uyarlamışlardır.
Ayrıca sadece Yuhanna incilinde bulunan (çünkü yuhanna incili Pavlus’un mektuplarıyla beraber Paganizmden en fazla etkilenmiş yazıdır) ilginç başka bir hikaye daha vardır:
‘’Yu 2:7 İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular.
Yu 2:8 Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler.
Yu 2:9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı.'’
“Suyu şaraba dönüştürme”.İlginç bir mucizedir.
Bu ayetin kökeni de şarap Tanrısı Dionysos’tan gelmektedir.
Dionysos da aynı İsa gibi suyu şaraba dönüştürmüştü…Ve bu mucize Dionysos inanlılarınca sürekli dile getiriliyordu.Yuhanna incili yazarları bu mucizeyi kendi tanrıları olan İsa’ya uyarladılar.
İsa’nın üçüncü gün ölümden dirilmesi anlatımında da;
Bu fikrin kaynağı da pagan Dionysos kültüdür.
Dionysos’un dirilmesi ile ilgili farklı anlatımlar vardır;çoğunda Dionysos ölür gömülür ve sonra ölümden dirilir.Hatta Dionysos’un ölümden dirilmesi bu pagan dininin taraftarlarınca her yıl kutlanıyordu.
İncil yazarları da bu “ölüp dirilme” hikayesini Dionysos’tan alıp İsa’ya uyarladılar.
Ayrıca Grek pagan dinlerinde Mö400 yılından itibaren “pharmakos” kavramı önem kazandı.Phamakos “günah keçisi” anlamına gelir.
Dionysos’da kutsal “pharmakos” idi.Yani aynı İsa gibi kaderinde acı çekmek ve “insanların iyiliği için” insanların menfaati için ÖLMEK vardı,ölmesi gerekiyordu.İnsanların günahlarını kanıyla affettiriyordu.
İncilin yazarları da aynı teolojiyi İsa’ya uyarladılar,böylece İsa’nın da ölmesi günahları bağışlatmak için kurban olması gerekiyodu.Yani pagan dininden alıp hristiyanlığa koydular.(ilk önce Pavlus bu pagan fikrini hristiyanlığa geçirdi)
Hristiyanlığın ikinci kaynağı ise Mitracılık idi.Bu da Dionysos kültü gibi bir gizem kültü idi,pek çok bilim adamı ve yazar Mitraizmin hristiyanlığı doğrudan etkilediğini söylemektedir.
Bazı hikayelerde bazı ayrıntı farklılıları olsa da Roma Mitrasının da Hristiyan İsası ile benzeşen pek çok yönü vardır.
Mitracılığın Roma versiyonunda (İran değil sadece Roma Mitra versiyonlarında Mitra ölür ve dirilir) Mitra ölüp dirilmiştir,kendini insanlık uğruna “feda” etmiştir.Dirilişi pagan taraftarları tarafından kutlanmıştır.
Ayrıca genel olarak pagan dini inanırlarının önderlerinin giyim tarzları da bugünkü katolik ve ortodokslarınkine benziyordu, çok şaşalıydı.Tapınaklarının süslemeleri de bugünkü katolik ve ortodokslarınki gibi çok süslü ve görkemli idi.Haç ve “balık” sembollerinin zaten pagan kökenli oldukları biliniyor.
Çeşitli hristiyan sanatları resimleri de direkt Mitracılık ve Dionysos sanatlarından ayrıca çeşitli pagan Yunan dini sanatlarından gelir